1. merhaba. her zaman kültür sanatla iç içe bilinen bir insanken son zamanlarda ne yeni bir kitap okuyabiliyorum ne bir film izleyebiliyorum ne de şehirdeki etkinlikleri takip ediyorum. buraya da o yüzden üye oldum esasında. belki beni motive eder de yeniden ilgi alanlarıma dönebilirim diye. eder mi acaba?
  2. erkeğin zekasına aşık olan bir kadın olarak^:gel de erkeklere inandır şimdi^ bir gün bu düşünceme anlam veremedim^:swh^ ve hormonlarımın dikine bir yol izledim. o dönemler "buralara uğrarsan mutlaka ara bir kahve içelim" düzeyinde muhabbetim olan birisi vardı. kendisi basketbol oynayıp spor salonundan çıkmayan bir tipti. hormonlarımın dikine derken ne demek istediğim anlaşılmıştır zannediyorum.
    bir gün sahiden oralara uğramam gerekti ve aradım. beyefendinin karın kasları hatrına üşüyor diye sigaramdan fedakarlık ettim ve içeri oturduk. benim iki saat daha orada olmam gerekiyordu ve ilk on dakikadan sonrası tam bir kabusa dönüştü. öyle gereksiz bir muhabbeti vardı ki beynim karıncalanıyordu. adamın herbir kolu "dört artı bir ultra lux bakımlı sahibinden kaçmaz" tadında bağırıyor. sonra bir bakayım ne konuşuyormuş diyorum, gelen sesler suyun altından geliyor sanki "guluk guluk" ve "blup blup"tan başka bir şey duymuyorum. zamanı iki saat ileri alsınlar diye her türden tanrıya dua etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

    sonra başlarım böyle işe dedim, terasa taşındım. ilk sigaradan sonra tamamen soyutlandım zaten. bir ara çekirdekten bahsettiğini hatırlıyorum. durduramıyor muymuş kendini neymiş. o ara düşünmeye başladım. bu fiziki olarak beğendiği biriyle takılma olayını erkekler kadınlara oranla nispeten daha fazla yapıyor. onlar nasıl katlanıyordu? yaptığım peş peşe duygusal seçimlerin bir tesadüf olduğuna inanırken, acaba kadın ve erkek davranışı bu kadar keskin farklılıklar içeriyor muydu? bir anda dertli bir insana döndüm. sonra bir defa daha yüzüne baktım, çok güzel. güzel ama içerde hiçbir şey yok. ihtiyaç duymamış çünkü. her sabah aynada gördüğü şey ona yetmiş, gurur duymuş. tyrion lannister^:a song of ice and fire^ geldi aklıma. ne diyordu? "cüceyim, iki gözüm birbirinden farklı renklerde, suratımın ortasında koca bir kesik var, ucubeye benziyorum, herkes bana küçük şeytan diyor, kendimi bilgiyle kuşatamazsam hiçbir şeyim."^:böyle bir şeyler diyordu^ sonra düşündüm, bu kadar uğraşıyoruz falan, hepimiz biraz çirkin miyiz acaba?

    birine anlatsam vay bilmemkimle kahve içmiş diye pohpohlanacağım, o derece. ama ben utandım be sözlük. anlatmadım kimselere. kırk yılın başı bir çapkınlık yapayım dedim. olmadı. koşa koşa döndüm geri eve.
  3. vahşi yaşam belgeseli izleyemiyorum. ne yapsam olmuyor işte. bildiğin taraf tutuyorum. behlülle bihterin aşkına hop oturup hop kalkan teyzeler gibi oluyorum. bir süre izlemeyi başarabilirsem bu sefer de histerik tripler içine giriyorum. sanki o aslan olacak daha demin güzelim ceylanı parçalamamış gibi, beş dakika sonra aç kaldı diye acıyıp "al ye şunu işte ye bak orda al pozisyonu atla işte" diye kendimden geçiyorum. sonra sanki sırf ben dedim diye gidip tavşanı yemiş gibi dertleniyorum. zaten ufacık şey neyine yetecekti sanki?
    sağlığıma hiç iyi gelmiyor.
  4. dünden beri muhtemelen yanlışlıkla gönderilen bir youreads maili sayesinde keşfettiğim sayfada sözlük büyüklerimizin geyiklerini ilgiyle takip ediyorum. biraz bilgisayar başında okey oynayıp "bir saniye şu işimi tamamlıyorum hemen sizinle de ilgileniyorum" diyen yönetici edası vermedi değil ama çok eğlendim.^:swh^
  5. hayatımdaki her şey gibi bu mecra da olağanüstü bir değişime uğramış. evet, güzel olmuş youreads adına. zaten bu kadar geç kalması şaşırtıcıydı. esas mevzu o eski samimiyeti kaybettik mi yoksa burda yazan herkes hala dünya tatlısı insanlar gibi mi görünüyor merak etmiyor değilim. eski youserlardan kimler kaldı? ne diyorsunuz bu duruma?

    peki çok klişe bir geçişle ekliyorum, nedir bu eskiyle alıp veremediğimiz? neden her an eski ve tanıdık şeyler arama peşinde oluyoruz? değişim denen şey aslında bu kadar agresif, hızlı ve kolayken çoğu zaman, bugün yaşanılan her şey yarın eski sıfatını alacakken ve utanmadan her an değişime ve yeniliğe ne kadar açık olduğumuzdan söz ediyorken, neden yani hala eski?

    eski müzikleri hayranlıkla dinlemek, eski fotoğraflardan gözünü alamamak, eski filmleri kocaman gülümsemeyle izlemek, bir dönem filmlerinde gördüğümüz o şahane giysilere bir üstümüzdeki kumaş parçalarına bakıp dertlenmek falan evet tamam bunları anlıyorum. ama neden sevmediğimiz bir hayattan sıyrılıp, yeni ve büyülü bir kapının ışıkları karşısında parıldarken arkadaki karanlığa bakıp da "e sen de gel, olmadı sen gel, peki ya sen?" şeklinde alalade bir telaşla bir şeyleri yanımızda sürüklemeye çalışırız ki? ne zaman bu kadar aciz olduk/oldum?

    bir yanda saf bir mutluluğa sahip olabilecek her türlü koşul önümde seriliyken, inatla kendimi mutsuz edecek bahaneler arıyor olmam? her şeyi bal gibi biliyor olmama rağmen hiçbirine engel olmamam/olmak istememem? bu kadar yabancı yüze bakmaya korkumdan tanıdık olabilecek her şeye sarılıp bir daha bırakmama içgüdüm? iç dünyamda diğerlerinin sıkıntılarına her daim yer vermeme rağmen bunu inatla göstermemem, peşinden gelen bencilliğim?

    bu kadar yaşıma gelmişim gelmesine de, büyüdükçe daha da zayıflaşıyor olmak hiç sevimli bir his değil. bir omuz bulsam hüngür hüngür ağlasam günlerce geçecek sanki.

    ben ne ara bu kadar sevgisiz kaldım ki?
  6. buraya üye olduğum zaman ilk yorumumu yine buraya bırakmıştım. şu itiraf sayfası bende garip bir his bırakıyor. yazılanları tek tek okuyor, hayatınızdan bir parça olmuşum gibi hissediyorum.

    buraya ilk yazdığım itirafımda uzun zamandır kitap okuyamadığımdan, film izleyemediğimden şikayet ettiğimi ve bu mecranın beni tekrar heyecanlandıracağını umduğumu söylemiştim. teşekkür ediyorum ki birçoğunuz bana geri dönüş yaptınız bu konuda. şimdi düşünüyorum ve evet burası bana güzel şeyler kattı. evet eskisi gibi okuyamıyorum hala. hala düşünemiyorum eskisi kadar derin. ama okunacak izlenecek dinlenecek listeme çok güzel şeyler ekledim sayenizde. ve bunun için sahiden uğraşıyorum. sözlük şu sıralar büyük kaos içinde ancak bunun da yakın zamanda bir nebze toparlanacağına inanıyorum. şimdiden çok tatlı birkaç insan dikkatimi çekmeye başladı bile.

    bu okuyamamak falan garip şey. hayatımın en boş günlerini yaşarken doğru düzgün sayfaları çeviremiyordum bile. zannediyorum ki hayatlarımız biraz da o şikayet ettiğimiz rutinin içine çekilmesi gerekiyor böyle şeyler için. hayatı sürdürebilmenin yolu maalesef ki çalışmak, koşturmak, trafik çekmek, uykusuz kalmak ve yorulmak. bu kavramlar hayatıma girdi gireli bir şeyler yoluna girmeye başlıyor. hayatın içinden bir insan olduğumu düşünmeye başladım artık. ki bunu farkettiğimden beri inanılmaz keyifliyim. kendimden iyiden iyiye sıkılmaya başladığım şu günlerde bunu görebilmem her şeyi değiştirdi.

    birkaç gün önce misafir dolu evimde herkesten önce kalkıp alışveriş yaptım, kahvaltı hazırladım. içilen şarap şişelerine bakıp hayatımın çok tatlı olabileceğine dair güzel düşünceler içine girdim. kafamın içinde wes anderson film müzikleri çalarken her şey bir anda daha renkli görünmeye başladı. bundan sonra yaşayacağım şeyleri, tanışacağım insanları, dokunacağım hayatları düşündükçe ilk kez korkmuyor, aksine heyecanlanıyordum, bunu görebildim.

    çok çok uzun zamandır bunu bekliyormuşum gibi, sanki pişen bir yemeği koklarmış gibi içime çekiyorum yeni hayatımı. huzuru hissettim bir kez, doyamıyorum.